Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Furkan Kaya, ABD Başkanı Donald Trump ile Avrupalı liderlerin gerçekleştirdiği Oval Ofis toplantısının alt metnini AA Analiz için ele aldı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, tarihi Alaska Zirvesi’nde ABD Başkanı Donald Trump’a Kırım’ın “en azından sembolik düzeyde” tanınması, Rusya’ya uygulanan yaptırımların kısmen kaldırılması, Ukrayna’nın NATO’ya girmemesi ancak Batı’dan güvenlik garantileri alabilmesi gibi taleplerini iletti. Diğer talepleri arasında Ukrayna’nın dört yeni bölgeden tamamen çekilmesi, Ukrayna’nın demilitarizasyonu ve NATO üyeliğinden vazgeçmesi de yer aldı.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Donbas’tan çekilme önerisini kesin bir dille reddetse de Trump, başkanlık ofisine yerleştirdiği Ukrayna’nın işgal haritasını göstererek adeta “artık Rusya’yı bu topraklardan çıkarmak için çok geç” mesajı vermiş oldu. Öte yandan Putin, Ukrayna’nın güvenliği konusunda Çin’i potansiyel bir garantör olarak görmekte. Bu durum, Ukrayna’nın NATO üyesi olmaması halinde bile, İttifak’ın 5. maddesinin devreye sokulmasına benzer bir güvenlik garantisi anlamına gelmektedir.
– AMAÇ BARIŞ MI YOKSA ABD’NİN YENİ GÜÇ TASARIMININ İLK ADIMI MI?
ABD’nin barış girişimi, Ukrayna’da uzlaşma ve kalıcı işbirliği ortamları oluşturma vaadiyle sunulsa da Trump’ın gerçek stratejisi, ABD’nin küresel nüfuzunu yeniden sağlama amaçlıdır. Bu hedefle, ABD’nin bölgesel güç dengesini kendi lehine şekillendirmeyi amaçladığı aşikar. Trump, ABD’yi yeniden hegemon bir güç olmaya yönlendirirken, stratejik baskı kurarak ve ekonomik anlamda yeni bir kaynak savaşına hazırlık yaparak kendisini güçlü bir jeopolitik aktör olarak konumlandırmayı hedefliyor. Dolayısıyla, Trump’ın “Ben altı savaşı sonlandırdım. Ukrayna Savaşı’nı da bitireceğim.” açıklaması, barış arzusundan öte, Rusya ve Çin’e karşı bozulan güç dengesini yeniden tesis etmeye yönelik bir stratejinin ifadesidir.
– AVRUPA’NIN SESSİZ KABULLENİŞİ NE ANLAMA GELİYOR?
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD, Batı Avrupa’nın ekonomik ve siyasi yapılarını Marshall Planı ve Truman Doktrini çerçevesinde şekillendirirken Sovyet yayılmacılığına karşı askeri bir destek de sağladı. Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa, Avrupa Birliği (AB) çerçevesinde ABD’ye bağımlılığı azaltmaya çalıştıysa da tam bağımsız bir jeopolitik aktör olma hedefini başaramadı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” ifadesine Trump’ın verdiği “Küçük Napolyon” yanıtı, bu gerilimin bir göstergesi olarak öne çıkmaktadır.
Ukrayna savaşının ardından Rusya’ya yönelik uygulanan yaptırımlar, AB ülkelerini derin bir enerji krizine sürükleyerek, Avrupa kamuoyunda hükümetlere karşı ciddi bir tepki doğurdu. ABD içinse savaş, NATO’nun Batı Avrupa üzerindeki etkinliğini artırma fırsatı sundu. Günümüzde AB, stratejik özerklik arayışını sürdürüyor, fakat iç çekişmeler nedeniyle bu süreci emin adımlarla ilerletmekte zorluk yaşıyor. Fransa ve Almanya’nın, diplomasi ve savunma alanlarında daha fazla bağımsızlık talep etmesi, NATO içinde kalmasına rağmen ABD’ye karşı daha az bağımlı bir konum elde etme arayışını yansıtmaktadır. AB’nin sessizliği kabul olarak yorumlansa da iç sinerji eksikliği, AB’nin ABD karşısında güçlü bir ses çıkarabilmesini engelliyor, dolayısıyla ABD politikalarına karşı çıkarak onu tolere etme durumunda kalıyor.
– TÜRKİYE BU DENKLEMDE NASIL BİR DİPLOMATİK MANEVRA ALANI KURABİLİR?
Türkiye, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başlangıcından itibaren arabulucu ve kolaylaştırıcı rol üstlenerek bu çatışmanın daha büyük bir dünya savaşına dönüşmesini engellemiştir. Rusya ve Ukrayna yetkililerinin Dolmabahçe’deki görüşmelerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ayakta alkışlaması, günümüz koşullarında ender görülen bir “güven” mekanizmasının lider düzeyinde temsili niteliğindeydi. Aynı zamanda savaş nedeniyle yaşanan tahıl krizinin çözümüne yönelik Türkiye’nin arabuluculuğuyla oluşturulan “tahıl koridoru”, dünyayı büyük bir açlık felaketinden kurtardı.
İstanbul’daki Çırağan Sarayı’nda devam eden müzakerelerde, adil bir barış sağlanabilmesi amacıyla diyalog kanalları Türkiye’nin desteğiyle açık tutuldu. Alaska Zirvesi’nden başlayarak Trump’ın Beyaz Saray’daki Avrupalı liderleri ve Zelenskiy’i ağırlamasına kadar uzanan süreç, Türkiye’nin kritik müdahaleleriyle şekillendi. Tüm bu gelişmeler ışığında, Türkiye güçlü, iradeli ve dengeli bir dış politika ile savaş ve barış eksenindeki avantajlı konumunu sürdürmektedir.
– TÜRKİYE, BATI İTTİFAKININ SINIR ÜLKESİ OLMASININ ÇOK ÖTESİNDE
ABD için Türkiye, bir müttefik olmaktan daha fazlasıdır; kendi ulusal çıkarlarını gözeterek karar veren, gerektiğinde askeri ve diplomatik araçlarını etkin bir şekilde kullanan bir aktördür. Bu özellikleri, Türkiye’nin stratejik otonomisini korumasını ve bunu çeşitlendirme yeteneğini sağlamaktadır. Batı Avrupa ülkelerinin liderlik düzeyindeki zayıflığına karşılık, Türkiye’nin hem güçlü bir liderlik rolü hem de jeopolitik bir güç olarak Rusya-Ukrayna Savaşı’ndaki konumu, taraflar arasında bir köprü kurucu ve dengeleyici işlevi görmektedir. Bu durum, Türkiye’nin NATO içinde güçlü bir müttefik olmasının yanı sıra, Avrasya, Orta Doğu ve AB arasında bir stratejik merkez olmasına olanak tanımaktadır. Böylece Türkiye, kısa ve orta vadede diplomatik manevra alanını genişletme, operasyonel esnekliği artırma ve stratejik yapıları kendi lehine dönüştürme potansiyeline sahiptir.
– GERÇEK BARIŞ MI, STRATEJİK YENİDEN YERLEŞİM Mİ?
Ortaya çıkan diplomatik süreç, barış söylemleriyle şekillendirilse de çok-kutuplu sistemin yeniden yapılandırıldığı bir güç rekabetinin de parçasıdır. Avrupa’nın temkinli kabullenişi, stratejik özerklik arayışının önünde bir engel teşkil ederken, Türkiye hem NATO’da proaktif bir rol üstlenmekte hem de Avrasya-Orta Doğu-AB üçgeninde dengeleyici merkez olma fırsatını değerlendirmektedir. Putin’in ilk günden beri kabullenemediği durum, Berlin’den Rusya sınırına kadar olan hattın NATO tarafından kontrol edilmesidir.
Bu bağlamda, Ukrayna’nın NATO üyeliği, Putin için bir “jeopolitik kırmızı çizgi” teşkil etmekte olup, gerektiğinde en ağır stratejik kozlarını ortaya koymasına neden olmaktadır. Söz konusu durum, 1988’den sonra yaşanan büyük jeopolitik geri çekilme ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü ışığında, Moskova’nın yaşam alanı olan Kafkasya ve Türkistan’ı NATO etkisinden koruma çabasıyla ilişkilidir.
Avrupalı liderlerin Trump’ın makamında sırayla masaya oturmayı kabul etmeleri, Brüksel merkezli güvenlik ve politikalarının zayıflığını sergilemekte ve ABD öncülüğünde yeni bir “esnek müzakere formatının” oluştuğunu göstermektedir. Trump’ın toplantı sonrası Putin’i arayarak “Öncelikle Batı ile uzlaşma zeminini oluşturdum, şimdi seni sürece dahil edebilirim” mesajı, bu stratejik hamlenin açık bir ifadesidir. ABD’nin yeni bir arabuluculuk mimarisi kurma peşinde olduğu aşikar. Bu noktada, Alaska görüşmesinde kamuoyuna açıklanmayan “Ukrayna’nın altı ABD’nin, üstü Rusya’nın” formülü üzerinde örtülü bir mutabakata varılıp varılmadığını araştırmak önemlidir; zira Ukrayna’nın doğal kaynaklarının toplam değeri yaklaşık 12,3 trilyon dolardır.
[Doç. Dr. Furkan Kaya, Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.