“Bir yandan sosyal dengeleri göz önünde bulundururken, bir yandan da büyümeyi sağlamak zorundayız. Dış politikada etkin bir dönem geçiriyoruz. Enflasyonu adım adım aşağı çekiyoruz; 2024’te yüzde 44’e düşmesini bekliyoruz, bu yıl ise rakamın yüzde 30 civarında olması öngörülüyor. Yarın veriler net bir biçimde açıklanacak.”
“2026 için hedefimiz yüzde 20’nin altı, 2027’de ise tek haneli rakamları görmek istiyoruz. Temel tüketim mallarında bu hedeflere ulaşmış durumdayız. Ancak hizmet sektöründe, özellikle kira ve eğitim alanlarında biraz geride kaldığımızı kabul etmemiz gerekiyor. Bütüncül bir strateji ile hareket ediyoruz. Üç ana sütunun yer aldığı bu stratejinin birincisi para politikası, diğeri maliye politikasıdır. Depremin maliyeti nedeniyle 90 milyar dolarlık harcama yaptığımız halde mali disiplinimizi korumaya devam ediyoruz.”
“Bu rakamlar dahi güçlü bir ekonomiyi zor duruma sokabilecek nitelikte. Depremin mali etkilerinin uzun vadede hissedileceği aşikar. Konutlar, yollar, okullar, altyapı ve hastaneler gibi alanların yeniden inşası sürüyor. 2025’in bütçesinde harcamalarımızda sapma beklenmiyor. Stratejimizin üçüncü unsuru yapısal dönüşümlerdir. Arz yönlü politikalar elzem ve burada gıda ile konut kalemleri kritik önem taşımaktadır. Enflasyonla ilgili kararlılığımız devam ediyor. Eylül ayında beklentimiz üzerinde bir rakam geldi, ancak bu sadece bir aylık bir durum.”
“ENFLASYON AŞAĞI DOĞRU İNİYOR”
Büyük resmi görmek önemlidir. Enflasyon düşüş gösteriyor ve bu durum, vatandaşlarımız tarafından belli sektörlerde hissedilmeye başlandı. Gıda fiyatlarında, kuraklık ve don olayları dolayısıyla etkilerin hissedilmediğini belirtiyoruz. Burada bir fırsatçılık da söz konusu. Enflasyonun düşüşü devam edecek ve hizmet sektörü dahil tüm alanlarda bu değişimi görecekler.
Ekonomik durumu tartışırken, dünya genelindeki gelişmelere de dikkat edilmesi gerekiyor. Küresel ekonomide ciddi sorunlar yaşanıyor ve birçok bölge çatışma durumlarıyla karşı karşıya. Pandemi sürecinin ardından dünya ekonomisi sadece yüzde 15 büyüme gösterirken, Türkiye ekonomisi bu dönemde yüzde 30 büyüdü. Bu süreçte, Cumhurbaşkanımızın liderliği ve üretim gücümüzle avantajlarımızı koruduğumuzu söyleyebilirim.
“GERÇEKÇİ OLMAZSAK BİR NOKTAYA VARAMAYIZ”
Dünya artık eski dünya değil; farklı bir konjonktürle karşı karşıyayız. Gerçekçi yaklaşımlar sergilemezsek hedeflerimize ulaşmamız mümkün değil. Türkiye, siyasi istikrarı ve öngörülebilir politikaları ile olumlu bir ayrışma sergiliyor. Emeğin milli gelirden aldığı pay oldukça kritik. Bu oran, geçen yıl yüzde 39 iken, 2025’in ilk yarısında yüzde 35,9 olarak belirlendi. Bu rakam tarihi bir zirveye işaret ediyor.
Aynı zamanda istihdamı korumaya devam ediyoruz. Enflasyonu tamamen düşüremediğimiz durumlarda algı değişimleri meydana gelebiliyor. Bu nedenle temel amacımız enflasyonu düşürmek. Kalkınmayı tüm unsurlarıyla ele alıyoruz; eğitim, sağlık sistemi ve şehirleşme gibi konuları bir bütün olarak değerlendiriyoruz. Reel ekonomimizdeki durumu olumlu buluyoruz.
Dünya Bankası’nın 4 kategoriye ayırarak sınıflandırdığı ülkeler arasında, 2025 yılında Türkiye’nin yüksek gelirli ülkeler sınıfına gireceğini öngörüyoruz. AK Parti iktidara geldiğinde Türkiye, alt gelirli ülkeler arasında yer alıyordu. Bu değişim sadece rakamsal bir artış değil; yapılan politikalar ile hedeflerimizi gerçekleştirmek mümkündür.
AB’de kişi başına gelir 100 birim ise, geçmişte bu rakam 30 birim seviyesindeydi ve bugün 70 birime ulaşmış durumdayız. Avrupa ortalaması yüzde 100’e ulaşmamış olsak da bunun için büyük bir çaba sarf etmek gerekiyor. 22 yıllık tecrübemiz ve güçlü bir liderliğimiz bulunuyor. Dünya genelinde liderlik her zaman kritik öneme sahiptir; fırtınalı günlerde bu mesele daha da önem kazanıyor. Liderlik sorunu yaşamayan bir ülke olarak bu hedeflere ulaşacağımıza inanıyorum.
Kritik bir konu da büyümenin türüdür. Tüketim üzerinden büyüme sağlanabileceği gibi, yatırım üzerinden de gerçekleşebilir. Biz yatırım yönünü tercih ediyoruz; bu durum aynı zamanda dezenflasyonist bir büyümeyi de beraberinde getiriyor. Ekonomi politikasında verimliliği artırmayı hedefliyoruz. İstihdam konusu da sosyal adalet açısından önemlidir. Kadın ve genç istihdamı, AK Parti döneminde önemli bir artış göstermiştir, ancak bu konuda daha alınacak yol var.
Tarım, stratejik bir sektör olarak desteklenmektedir. Gelecek yıl için bütçede 888 milyar lira ayrılmıştır ve ilave kaynaklar da sağlanacaktır. Gelecek dönemde desteklerimiz devam edecek. Çiftçilerimize yönelik sübvansiyonlu kredilerimiz bulunuyor; bu kredilerin yüzde 70’ini devlet olarak karşılıyoruz. İklim değişikliği nedeniyle tarımda uzun vadeli çözümler üzerinde çalışıyoruz. Gıda Komitemiz, soğuk zincir korunumu gibi konuları değerlendiriyor. Tarladan marketlere kadar olan süreçte kayıpların önüne geçmeye yönelik çalışmalar yapıyoruz.
Su konusu, iklim değişikliği ile birlikte daha da kritik hale gelmiştir. Tarım sektörü, su tüketiminin yüzde 80’ini kullanmaktadır. Bu bağlamda suya dayalı bir destekleme modeli geliştirmek büyük önem taşımaktadır. DSİ, barajlar inşa ediyor ve bu suyu şehirlere yönlendiriyor; ancak şehirlerde kayıp ve kaçak oranları oldukça yüksek. Şehrin su şebekelerinin bakım ve onarımı hayati bir önem taşıyor. Her ilde su tüketiminin ne ölçüde verimli kullanıldığını değerlendirmek gerekiyor. Mahalli idareler bu anlamda büyük sorumluluklar üstlenmektedir.
Mahalli idarelerin bu yatırımlarındaki düşüş dikkat çekici. Bütçeden mahalli idarelere yüzde 8,8 oranında kaynak aktarılmakta; ayrıca kendi öz kaynaklarını da üretmeleri sağlanmaktadır. Nitelik konusunda dikkatli olunmadığında, kaynakların kötü yönetimi söz konusu olabilir. Başka bir deyişle, bu durum sermayeden yemeye dönüşebilir ve bu sürdürülebilir değildir. Ankara’da yaşanan bir örnekte, bir belediye başkanı boruların çatlaması nedeniyle bakım yapılmadığına işaret etti. Mahalli idarelerin yatırımlarına kaynak ayırmaları gerekmektedir. Bu, parti ayrımı gözetmeksizin tüm belediyeler için hayati bir konudur.
“EN KRİTİK KONULARIMIZDAN BİRİ SU MESELESİ”
Özellikle kıyı bölgelerimizde deniz suyu arıtma konusuna daha fazla önem vermemiz gerekmektedir. Su meselesi, stratejik bir konu olarak ön plana çıkmaktadır.
Altın fiyatları son dönemde dünya genelinde büyük artış göstermiştir. Merkez bankaları artık altını daha fazla rezerv olarak tutmaya başlamıştır. Ancak, satın alma gücünü altın üzerinden ölçmek mantıksızdır. Örnekler vermek gerekirse; altın cinsinden asgari ücretin düşüşü ABD’de yüzde 87, Fransa’da yüzde 83, İspanya’da yüzde 80, Türkiye’de ise yüzde 61 seviyesindedir.
Bunun üzerinde hesap yapmanın ekonomik bir anlamı yok. Asgari ücreti motorin veya pirinç üzerinden ölçmek daha rasyonel. Yumurtadan ekmeğe kadar birçok gıda maddesinde Türkiye’nin satın alma gücünde artış görülmektedir. Altın üzerinden meseleyi değerlendirmek ise popülizmden öteye geçmemektedir.”


