Bugün burada, yaşam yolculukları şiddet nedeniyle kesintiye uğramış, duygularını içinde saklamak zorunda kalan kadınlarla dayanışma içinde bulunmak amacıyla toplandık. Hayatını kaybeden tüm kardeşlerimize bolca rahmet diliyorum. Travmalar nedeniyle kadınılık onurları zedelenmiş olan tüm kadınlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Kadına ve çocuğa yönelik şiddetle mücadelede en ön safhada yer alacağımın bilinmesini isterim. Kadına ve çocuğa şiddet, insanlık suçu ve bir ihanet olarak kabul edilmelidir. Akıl, vicdan, ahlak ve izan sahibi hiçbir erkeğin, hayatı paylaştığı kadınlara karşı olumsuz bir tutum içinde olması kabul edilemez.
Kadına ve çocuğa yönelik şiddet konusunu rakamlarla konuşmayı doğru bulmuyorum. Türkiye’nin bu alandaki durumu diğer ülkelere göre daha kötü değil, aksine Avrupa ülkelerine kıyasla biz oldukça ilerideyiz. Burada esas olan insandır. Yaradılmışların en onurlusu olan insanın, tek bir kadın bile şiddete uğruyorsa bu durum, toplumsal bir kıyametin habercisidir. Her kayıp, çok değerlidir ve hepimiz için hüzün vericidir. Biz, bu meselenin çözümünü tamamen insani bir perspektiften ele alıyoruz.
Gazze’deki soykırımda hayatını kaybedenlerin üçte ikisini çocuklar oluşturması, vicdan sahibi herkes için ürkütücü bir istatistik. Gazzeli kadınlara yönelik gerçekleştirilen barbarlık, yeterince tepki görmemiştir. İsrail’in işlediği cinayetlerin ağırlığına karşı yeterli baskı kurulmamıştır. Kadına ve çocuğa yönelik şiddeti belirli bir bölge veya ülkeyle sınırlamak, sorunu çözüme kavuşturmadan daha da derinleştirir. Oysa kadınların canı, malı ve onuruna yönelen her türlü saldırıya karşı amansız bir şekilde durulmalıdır. Kadına şiddetin ideolojik tartışmalara malzeme edilmesine katılmıyoruz. Türkiye olarak, dünya genelinde doğruları savunmaya ve kalıpları bozmaya devam edeceğiz. Zalimin ve mazlumun kimliğine bakmaksızın hakikati haykıracağız.
Gazze’nin fedakar ve cesur kadınlarını saygıyla selamlıyor, şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Ailenin temel taşı olan kadın, mutlu olduğunda aile de mutludur; huzurlu olduğunda aile içerisinde huzur hâkimdir. Kadına yönelik şiddet, ailenin huzuruna büyük bir darbe indirmektedir. Bizim kültürümüzde aile, mahremiyete dayalı bir yapıdır. Şiddet varsa, aile mahremiyetinden bahsetmek imkansızdır. Şiddet, tüm toplumu etkileyen bir meseledir. Müdahale edilmeyen her bir olay, büyüyerek başka insanları da etkisi altına alır. Aileye sahip çıkmak, güvenli bir çatı kurmakla mümkündür. Saldırı altında olan bir ailenin zemin kaybetmesine izin veremeyiz.
Şehitlerin yaşadığı acılarla birlikte ailenin üzerindeki yük de artmaktadır. Kadınların çalışma hayatındaki yerini aldığı bir ortamda aynı davranış biçimlerinin devam etmesini beklememeliyiz. Annelerin yanısıra babalara da önemli sorumluluklar düştüğüne inanıyorum. Dijital dünyanın getirdiği tehditler artarken, sadece annelerin değil, babaların da birincil sorumluluğu vardır. Hayatı paylaştığımız eşlere daha fazla destek olmamız gerektiğini vurgulamak isterim. Onları, daha fazla sorumluluk almaya davet ediyorum.
Türkiye olarak, son 23 yılda şiddetle mücadelede sıfır tolerans ilkesiyle etkin bir yaklaşım sergiliyoruz. Kadınları güçlendirmeye yönelik çabalarımız sürmektedir. 2002’de kadınların iş gücüne katılım oranı %27,9 iken, Ekim 2025’te bu oran %35,7’ye yükselecek. 2025’te, Türk Ceza Kanunu’nda yapılacak düzenlemelerle kritik bir eşik aşılmış olacaktır. Nüfusu 100 bini geçen belediyelere konuk evi açma zorunluluğu getirdik, cinsel suçlara yönelik cezaları artırdık. Kadına karşı işlenen suçların cezalarını artırarak caydırıcılığı yükselttik. Şiddet önleme ve izleme merkezlerinin sayısını da artırdık.
Ayrıntılar geliyor…


