Yeşil Kalkınma Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar, iklim krizinin tarımı tehdit eden yönlerine dair önemli bilgileri paylaştı.
Günümüzde sıkça dile getirilen “iklim krizi” kavramı, iklim değişikliğinin küresel etki alanını nasıl şekillendiriyor?
İklim değişikliği, dünya çapında olduğu gibi Türkiye’de de etkilerini hissettirmekte. Özellikle olağanüstü hava olayları, ani sıcaklık değişimleri, sel ve kuraklık gibi meteorolojik hadiselerin sıklığı ve etkisi artmış durumda. 2024 yılı, şimdiye kadar kaydedilen en yüksek sıcaklık değerine sahip olarak tarihe geçti. Küresel sıcaklık artışı sanayi öncesi dönemle karşılaştırıldığında +1,55°C’ye ulaştı ve bu, Paris İklim Anlaşması’nda belirtilen +1,5°C eşiğini geçti.
İklim değişikliğinin Türkiye üzerindeki etkisi, küresel ortalamanın üzerinde mi?
Kesinlikle. Avrupa Copernicus İklim Servisi’nin 2024 Avrupa İklim Durumu Raporu, Avrupa’nın en sıcak yılını yaşadığını ortaya koyuyor. 2024 yılı içerisinde Avrupa’da sıcaklık artışı sanayi öncesi döneme göre +2,4°C olarak kaydedildi.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan “2024 Yılı İklim Değerlendirmesi” Raporu ise Türkiye’nin son 54 yılında kayıtlara geçen en sıcak yılı geçirdiğini belirtiyor. Sıcaklık artışı 1990-2020 ortalamalarına göre 1,7°C, sanayi öncesi döneme kıyasla ise 2°C’yi buldu. Özellikle Akdeniz’deki deniz yüzey sıcaklıklarının küresel ortalamanın iki katı artarak 1,3°C değerine ulaştığı gözlemleniyor. Bu durum, kuraklık ve diğer aşırı hava olaylarını tetikliyor.
Türkiye’de aşırı hava olaylarında nasıl bir artış gözlemleniyor?
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, 1990-2000 yılları arasında Türkiye’de yılda 20 ila 150 arasında aşırı hava olayı meydana gelirken, bu sayı 2024 yılında 1.257’ye ulaştı. Yaşanan aşırı hava olaylarının üçte biri ani yağışlar ve sellerden kaynaklanıyor.
Ekstrem hava olaylarının temel sebebi ise iklim değişikliği. Bu durum tarih boyunca mevcut olsa da iklim değişikliği nedeniyle meydana gelen olayların sayısı, şiddeti ve etkileri artış göstermekte. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporları, Akdeniz havzasındaki ülkelerin (Türkiye dahil) bu olaylardan en fazla etkilenecek bölgeler arasında yer aldığını vurguluyor.
İklim değişikliğinin ekonomik yansımaları nelerdir?
Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) verilerine göre, 2000-2021 yılları arasında doğal afetlerin tarımsal kayıplara yol açtığı yıllık küresel tarımsal GSYH’nın %5’ine denk geliyor; bu kayıpların %65’inin ise kuraklık nedeniyle meydana geldiği ifade ediliyor.
Türkiye’de iklim kaynaklı afetlerin yıllık GSYH üzerindeki etkisi ise %1,2 civarında. Ayrıca, verimlilik kayıpları, gıda fiyatlarında yükseliş ve enflasyonist baskılar da dikkat çekiyor.
Son yıllarda meydana gelen ani sıcaklık değişimleri, seller ve kuraklık Türkiye’deki tarımı nasıl etkiledi?
2025 yılının ilk döneminde; Şubat, Mart ve Nisan aylarında mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklıklar, bitkilerin erken uyanmasına yol açtı. “Yalancı bahar” olarak adlandırılan bu durum, mevzu bahis sıcaklıkların ani düşüşüyle birlikte birçok bölgede zirai don olaylarına neden oldu. Tarım ve Orman Bakanlığı’na göre, en son zirai don olayında 34 ilde 16 çeşit ürünün etkilenmesi söz konusu oldu.
Sonrasında Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan “Kuraklık Haritaları”, dikkatleri bir diğer önemli sorun olan kuraklığa çekti. Trakya, batı, güney ve iç kesimlerde orta ve aşırı kuraklık seviyeleri gözlemleniyor.
Kuraklığın tarımsal üretime etkileri nedir?
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün son iki yıllık haritalarına göre, Trakya, İç Anadolu ve Güney bölgeleri “şiddetli kuraklık” riski altındadır. Son üç aylık haritalarda Karadeniz dışındaki tüm bölgelerde yoğun kuraklık gözlemlenmektedir. Bu durum, tarımsal üretim ve gıda arz güvenliğinin ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Aylık yağış raporlarına göre, Mart 2025, son 35 yılın en kurak ayı olarak kayıtlara geçti. Normale göre yağışlardaki azalma %50’yi aşarken, en az yağış başkent Ankara’da gözlemlenirken, en büyük düşüş %90’ı aşan oran ile Manisa’da gerçekleşti. 2024 yılı genelinde ise yağışlar ülke genelinde %6, Edirne’de ise %35 azaldı.
FAO raporları, kuraklığın küresel tarımsal kayıpların %65’ine neden olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle, gıda arz güvenliğinde kilit meteorolojik hadisenin kuraklık olduğu ifade edilebilir.
Tarımsal verim açısından gelecekte bizi neler bekliyor?
2024-2030 dönemine yönelik hazırlanan İklim Değişikliği Uyum Strateji ve Eylem Planına göre, 2080 yılına kadar Türkiye’de buğday, arpa, yulaf, mısır ve pamuk gibi ürünlerde %5 ila %16 arasında verim kayıpları öngörülmektedir.
Tarım ve Gıda Bakanlığı tarafından bölgesel olarak gerçekleştirilen çalışmalara göre Trakya’da buğdayda %76, ayçiçeğinde ise %66 gibi ciddi düşüşler beklenmektedir. Uluslararası çalışmalara göre her 1°C sıcaklık artışı buğday, pirinç ve mısır gibi temel mahsullerde %25’e kadar verim kaybı anlamına gelmektedir.
Bu olası tehditlere karşı hangi önlemler alınmalı?
Tarımsal üretimde bilinçli planlama ve su yönetimi son derece önemlidir. Günümüzde sisleme ve rüzgar pervaneleri gibi don önleyici yöntemler yeterince yaygın değildir. Ayrıca, damla sulama ve susuz tarım sistemleri teşvik edilmelidir. Konya havzasında halen yüksek su tüketen ürünler yetiştiriliyor; bu durum sürdürülebilir değildir. Şeker pancarı, ayçiçeği ve mısır gibi su tüketimi yüksek ürünlerin yerine baklagillerin yetiştirilmesi gerektiği belirtiliyor. TARSİM gibi sigorta sistemlerinin yeterince kullanılmadığı da önemli bir noktadır; üreticilerin risklerini sigorta altına almaları büyük bir önem taşımaktadır.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü, kuraklık ve don riski ile ilgili düzenli haritalar yayınlamakta ve hangi bitkilerin sıcak veya soğuğa dayanıklı olduğu konusunda bilgiler paylaşmaktadır. Ancak en önemli noktalar; üreticilerin bu verileri takip etmeleri ve gerekli önlemleri zamanında almalarıdır. Örneğin, don riski söz konusuysa önceden tedbir almak (sisleme, rüzgar pervaneleri, ısıtma vb.) ve kuraklık haritalarına göre sulama planlarını ayarlamak gibi.
Tarımın sürdürülebilirliği için herkesin işbirliği içinde hareket etmesi gerekiyor. Devlet, özel sektör, üniversiteler, ziraat odaları ve diğer sivil toplum kuruluşları bir araya gelmeli. Çiftçilerin bilgilendirilmesi ve sigorta gibi koruyucu uygulamalara teşvik edilmesi büyük önem taşıyor. Üreticilerin bu sürece aktif olarak katılmaları, iklimin olumsuz etkilerine karşı direnç sağlanmasında ve uzun vadede tarımı güvence altına almakta kritik rol oynamaktadır.
Türkiye’de tarımsal sigorta (TARSİM) kullanımı yeterli mi?
Ne yazık ki, yeterli değil. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ülkede toplam 234 milyon dekar tarım arazisi mevcut. TARSİM kaynakları ise bu arazilerin sadece 36 milyon dekarının sigortalı olduğunu gösteriyor. Ayrıca, çiftçi kayıt sistemine dahil olan çiftçilerin sadece %22’si TARSİM’den faydalanmakta. Zirai don, kuraklık, sel ve dolu gibi artış gösteren meteorolojik afet rislerine karşı sigorta, üreticilerin en önemli güvencesini oluşturmalıdır.
“Yeşil Kalkınma Hamlesi” bu süreçte nasıl bir rol üstlenebilir?
Cumhurbaşkanımızın desteklediği bu hamle, tarımsal alanda çevre ve iklim dostu uygulamaları (örneğin agroekoloji gibi) ve yenilenebilir enerji projelerini destekleyerek sektörü dönüştürebilir. Ancak, katılımcı bir yasal düzenleme ve çiftçilerin eğitimi kritik bir önem taşıyor. Aksi takdirde, bugün kuraklığı konuştuktan sonra yarın selleri tartışmak zorunda kalabiliriz.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Dün zirai don problemini konuşuyorduk, bugün kuraklık üzerindeyiz; yarın sellerle, müsilajla ve orman yangınlarıyla karşılaşmamak için bugünden adım atmalıyız. İklim değişikliği artık uzak bir tehdit değil; tarımsal üretim, gıda güvenliği ve ekonomik sürdürülebilirlik için acilen hayata geçirilmesi gereken bir gerçekliktir.
İklim değişikliğini görmezden gelmek bu krizi yok saymayı sağlamaz. Kendi ulusal çıkarlarımız, insanımız ve doğamız için bilimsel verilere dayalı stratejiler geliştirilerek uyum sağlama yollarını bulmalıyız. Tarım gibi hayati bir alanda dirençli olmak, gıda güvenliğimizin anahtarıdır.