Sanat, savaş dönemlerinde yalnızca bir estetik yaratma çabası olmanın ötesine geçerek, aynı zamanda bir tanıklık, belgeleme ve çoğu zaman bir direniş biçimi haline gelmektedir. Goya’nın “3 Mayıs 1808” adlı tablosunda betimlenen kurşuna dizilen adamın ifadesi, tarihin en güçlü protestolarından birini simgeliyor. Günümüzde Ukrayna, Filistin ya da dünyanın çeşitli bölgelerinde sanatçılar, bir yandan sığınaklara sığınırken diğer yandan savaşın gerçeğini tuvale, duvarlara ve ekranlara aktarmaya devam ediyorlar. Zira sanat, bazen haberlerin yetersiz kaldığı yerlerde devreye giriyor.
SANAT DÜNYASINDA DERİN İZLER BIRAKAN 2 SAVAŞ
20. yüzyıldaki iki dünya savaşı, korkunç ve dramatik dönemler yaratmış, insanların bu çatışmalara verdikleri tepkilerin bir parçası olarak sanatın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu savaşlar sadece siyasi ve toplumsal yapıları değil, aynı zamanda sanatçıların dünyaya bakış açısını, ifade tarzlarını ve sanat kültürü üzerindeki etkilerini de köklü bir biçimde değiştirmiştir. Gelin, bu karanlık dönemlerde ortaya çıkan bazı sanat eserlerine göz atarak, bunların insanların savaş hakkındaki anlatımlarını nasıl şekillendirdiğini değerlendirelim.
SANAT VE 1. DÜNYA SAVAŞI
Birinci Dünya Savaşı, sanat havzasında derin dönüşümlere yol açmıştır. Bu dönemde üretilen sanat eserlerinin bir kısmı, özellikle savaşın ilk dönemlerinde, halkı savaşa heyecanlandırmak ve mobilize etmek için kullanıldı. Özellikle Avustralyalı sanatçı Norman Lindsay’in, Büyük Britanya için savaşan Avustralya kuvvetlerini erkekleri katılmaya teşvik eden posterleri bu duruma harika bir örnek teşkil ediyor. The Trumpet Calls gibi eserler, hem gerçekçi hem de duygusal bir derinlik taşıyarak insanlarda savaşma isteği uyandırmayı hedeflemiştir.
Savaş başladıktan sonra birçok devlet, sanatçıları cepheye gönderip savaş alanlarını resimlemelerini talep etti. Bu gelenek, sanayileşmiş savaşın gerçekliği ile yüzleşmekte zorlandığı için önemli zorluklar ortaya çıkardı. Zaferle sonuçlanan romantik savaş tasvirlerinin yerini, çoğunluğu askerlerin dehşet verici hayatlarını ve kısa ömürlerini detaylandıran cephe sanatları aldı. Amerikan kuvvetlerine katılmak üzere Fransa’ya giden sanatçı George Harding, yaşadığı yıkıcı manzaraları ve savaşın izlerini çizdi. Örneğin, Traffic to Mont St. Père adlı eseri, bir kasabanın topçu ateşi ve hava saldırılarıyla nasıl yok olduğu görüntüsünü sunar.
1. DÜNYA SAVAŞI SONRASI SANAT
Savaşın ardından dünya, ölüm ve yıkım dolu günleri anlamlandırma çabası içerisine girmiştir. Birçok toplumda travma sonrası etkilenme görüldü; bu durum, milyonlarca savaş gazisinin aklında derin izler bıraktı. Sanat, bu acıyı dışa vurma ve savaşın anlamını sorgulama aracı haline geldi.
Bu dönemde ortaya çıkan Dada akımı, savaşın bilimsel ilerlemeyi ve akılcılığı yücelttiğini, bunun ise insancıllık ve duygular üzerinde baskı yarattığını öne sürdü. Dada, kışkırtıcı bir yapıya sahipti ve sanatın katı kurallarını sorguluyordu. Hannah Höch’ün Mutfak Bıçağıyla Kesilmiş adlı eseri bu akımın güzel bir örneğidir.
Bunun yanı sıra, savaşın sonuna doğru Paris’te gelişen Sürrealist akım, gerçeklikten ziyade düşünce, duygu ve fikirleri yansıtmayı hedefliyordu. Sürrealistler, Birinci Dünya Savaşı’nın insanların otoriteye itaat etme isteğinden kaynaklandığına inanıyorlardı. Sanatçılar ve şairler uyumsuzluğu savunarak, birbirine ait olmayan nesneleri bir araya getirip yeni anlamlar yaratmaktaydılar. Bu bağlamda, René Magritte’in Görüntülerin İhaneti adlı eseri dikkat çekmektedir. Bu eser, bir pipo görüntüsü ile “Ceci n’est pas une pipe” (“Bu bir pipo değildir”) yazısını barındırır. Magritte, bizim dünyada deneyimlediğimizi sandığımız şeylerin aslında yalnızca birer temsilden ibaret olduğunu ifade etmek istiyordu.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİNDE SANAT
Savaşlar arasındaki dönem, sanatsal açıdan zengin ama aynı zamanda kaotik bir nitelik taşımaktadır. Ancak yükselen faşizm, otoriterlik ve komünizm dalgaları, birçok ülkede toplumsal düzeni sağlamaya yönelik bir çaba olarak algılandı. Bu ideolojiler, Sürrealizmi “sapkın” olarak değerlendirdiler ve bu nedenle birçok eser yok edildi. Nazi partisinin iktidara gelmesiyle, sürrealist ve diğer onaylanmamış sanat eserleri ateşe verildi.
Otoriter rejimler, sanatın gücünü fark ettikçe, aynı zamanda sanat üretimlerine de destek oldular. Modernizmi, düzeni ve itaati yüceltme temalı eserler finanse edildi.
Savaş da yeni sanat eserlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladı; bazıları açıkça ırkçı propaganda içerirken, diğer ülkeler de işgal ettikleri bölgelerde çeşitli propaganda çalışmaları yürüttüler. Bu eserlerin halkı yönetime itaat etme ve yardımcı olmaya ikna etmeleri umuluyordu. 1943 tarihli bir Japon yaprağı, bu konudaki bir örnek olarak öne çıkıyor. Britanya, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin çatışmayı artırma çabalarına rağmen, Hindistan vatandaşlarını Japonya ile savaşmamaya ikna etmeyi hedefliyordu.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI SANAT
Amerika Birleşik Devletleri’nde 1945’te savaşın sona ermesi, sanat üretiminde yeni bir döneme kapı açtı. Önceden, birçok kişi için sanat yapmak maddi olarak mümkün olmayan bir meslekken, GI Bill (Gazilere Yönelik Yasa) bu durumu değiştirdi. Bu yasa, gazilerin üniversite eğitimini finanse ederek, birçok insanın sanat eğitimi alma yolunu açtı.
Savaşta sanat, pasif bir yansımanın ötesinde bir anlam taşıdı. Savaşın sert gerçekleri karşısında sanat eserleri, acıyı doğrudan sona erdiremese de insanın en derin duygularını ifade etme gücünü taşır. Toplumun yeniden bir araya gelme ve iyileşme kapasitelerine ışık tutar. Barut bulutları gökyüzünü karartırken, yüzeyin altında renkler yaşamaya devam eder; yaratıcılık ve dayanıklılığın en zorlu koşullarda dahi var olduğunu hatırlatır.