Devlet Bahçeli’nin iç ve dış gündeme ilişkin yapmış olduğu yazılı açıklama aşağıda yer almaktadır:
Bugünkü dünya manzarası, mücadelelerin daha yoğun ve sarsıntıların derin olduğu sıkıntılı bir dönemi yansıtmaktadır. Hakkın ve hakikatin yanında yer almak, her insana düşen bir erdem olmalıdır.
Adalet ile ahlak ışığında birleşenler, inanç ve merhametin izinde koşanlar her daim ihanet ve zulüm perdesini yırtmaya güç ve yetkinlik sahibidir.
Mazlumların gökyüzünde yankılanan acı haykırışları ve masum insanların akan temiz kanları eğer küresel vicdanda yankı bulmuyorsa, o vicdanın ya yok edilmesi ya da ezilmesi gerekecektir.
Gazze’deki masum halkın yok edilme süreci, vahşetin her türlü yolu ve yöntemiyle sürdürülmektedir.
İsrail, artık bir haydut devlet olarak, işlediği yüzyılın soykırımıyla dünya gündeminde lanetlenmiş bir konumda bulunmaktadır.
Bu kapsamda, bu devlet en ağır siyasi ve hukuki bedelleri ödemekten kaçamayacaktır.
Siyonist barbarlık, toplu cinayet ve katliamları ile inanılmaz bir şiddet seviyesine ulaşmış durumdadır.
Dolayısıyla, ezbere dayalı açıklamaların etkisini yitirdiği, şablon kınama mesajlarıyla bu dehşet verici durumu geçiştirmenin mümkün olmadığı bir aşamaya gelinmiştir.
İsrail, sadece Filistin halkına değil, bölgedeki ülkelere ve dünya genelindeki masum insanlara da bir tehlike oluşturarak büyük bir melanet ve bela merkezi haline gelmiştir.
Gazze, tam 712 gündür ateş ve saldırılar altında yaşam mücadelesi vermektedir.
Burada yalnızca bir halkın yok oluşu değil, aynı zamanda insani değerlere de ciddi bir zarar verilmekte, zulüm dolu sahneler insanlığın hafızasında iz bırakmaktadır.
Gazze’deki insani trajedi karşısında sabır ve tahammül kalmamıştır.
İsrail’in saldırganlığını artırması, ülkemiz ve çevresi için ciddi bir tehdit oluşturmakta ve bu durum karşısında her türlü önlem alınmalıdır.
İsrail’in 9 Eylül’de Katar’a yaptığı hava saldırısının ardından 15 Eylül’de Doha’da gerçekleşen Arap-İslam zirvesinin sonuç bildirgesi, Gazze’ye yönelik kara operasyonunu durdurmaya yetmemiştir.
Körfez ülkeleri başta olmak üzere İslam dünyası, Filistin meselesine koşulsuz destek vererek giderek derinleşen bu soykırımı durduracak somut ve etkili politikalar geliştirmelidir.
Gazze’deki çocukların kanı üzerinden çıkar pazarlığı yapan ve haksızlık karşısında sessiz kalanlar, zulmü meşrulaştıran utanç verici bir tutum içindedir.
Bu nedenle, İslam ülkeleri ve uluslararası toplum, ABD-İsrail ortak yapımı cinayete karşı kararlı bir direniş göstermelidir.
Önümüzdeki hafta gerçekleştirilecek Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısı, bu konudaki önemli bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. İsrail’in küresel alanda yalnızlaştırılması hedeflenmelidir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın Genel Kurul’da yapacağı konuşmanın, mazlumların ortak sesi olarak güçlenmesi, zalimlerin karşısında hakikatin haykırılması dileğimizdir.
Orta Doğu’da kalıcı ve adil bir barış, Filistin sorununu yok sayarak, mazlum Filistinli kardeşlerimizin meşru haklarını göz ardı ederek sağlanamaz.
İsrail Başbakanı’nın, Kudüs ile ilgili tahakkümcü beyanları ve Sayın Cumhurbaşkanına yönelik tehdit içeren sözleri kesinlikle dikkate alınmalıdır.
Kudüs’ün tarihi, inanç ve kültür temelli manevi statüsüyle oynamaya kalkışanlar, insanlık vicdanında yok kabul edilmektedir.
ABD yönetiminin Siyonizm ve Evanjelist hedeflerin bekçiliğine soyunması; 6 Aralık 2017 tarihinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan eden skandal karar, büyük bir utanç ve başarısızlık belgeleridir.
Türkiye, etkili politikalar ve diplomatik çabalarla Kudüs meselesini uluslararası gündemde tutma konusundaki başarısını sürdürmektedir.
İstanbul’da bir araya getirilen arkeolojik buluntular üzerinden “Kudüs bizimdir” demek, tarih bilgisinden yoksun bir tutum sergilemektir.
Eğer 2 bin 800 yıl öncesine kadar uzanırsak, Türk milletinin her bölgede hak ve yetki sahibi olduğu açıkça ortaya çıkacaktır.
Unutulmamalıdır ki Kudüs, Harem-i Şerif’tir.
Kudüs, Mirac’ın onur kaynağıdır.
Kudüs, ilk kıblenin şeref kaynağıdır.
Kudüs, İslam’dır; iftihar, itibar ve irade sembolüdür.
Kudüs, vatan, vicdan ve ecdadımızın kutsal emanetidir.
Bu kutsal değere el uzatan Siyonizm tetikçileri ve işbirlikçileri, insanlık ve Tanrı nezdinde kaybetmeye mahkûmdur.
Kulun hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır.
Eğer insan tuzak kurmuşsa, onu bozacak ilahi bir düzenin varlığı her zaman kendini gösterecektir.
Kudüs, oyunlarla elimizden alınan topraklarımızın adıdır.
9 Aralık 1917’de işgal edilen vatanımız Kudüs’tür.
İstanbul’dan atanan yöneticilerle 4 asır boyunca yönetimimiz altında kalan bu şehrin şanı Kudüs’tür.
Kudüs, Efendimizin mirası, Hz. Ömer’in emaneti, Selahaddin Eyyubi’nin gözbebeği, Yavuz Sultan Selim’in heyecanı ve Kanuni Sultan Süleyman’ın hayalidir.
Kudüs’ü bir yüzyıl önce terk etmek zorunda kalmıştık. Ancak bu kez Kudüs’ü kaderine terk etmeyeceğiz ve etmemeliyiz.
Hiçbir zafer bedava kazanılmaz; hiçbir başarı yatarak elde edilemez.
Çabalarımızı artıracağız, zorluklarla yüzleşeceğiz ve zulme karşı dimdik duracağız.
Çünkü Kudüs düşerse, tarih ve İslam zaafa uğrayacaktır.
Kudüs düştüğünde, Ankara kaybedecek, İstanbul yanacaktır.
Buna kimsenin hakkı yoktur; bunu kimse başaramayacaktır.
Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail koalisyonuna karşı en uygun strateji, Türkiye, Rusya ve Çin’in oluşturduğu “TRÇ” ittifakıdır.
Çaresizlik, durgunluk ve içe kapanma demektir. Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti, yeni yüzyılda çaresizliği reddedip, çözümsüzlüğü dışlamış ve ümitsizliği geride bırakmıştır.
Türk Devrini, milli birlik ve kardeşlik anlayışıyla güçlendireceğiz. Terörsüz bir Türkiye hedefi hedefleyeceğiz.
Hiçbir düşman güç ve zihniyet bu tarihi akışa engel olamayacaktır.